20 Aralık 2009

İstanbul

İstanbul.
Bir kadın kadar kırılgan. Sırf gözyaşından doğmuş İstanbul. Ağlamak alışkanlığı değil, kaderi.
Bir kadın kadar aşk dolu İstanbul. Bir kadın kadar sevgi dolu..
Bir kadın kadar sadıktır İstanbul. Bir kadın kadar dost.
Kimi zaman bir kadın kadar düşmandır İstanbul. Bir kadın kadar kavgacı, bir kadının çığlığı kadar yırtıcı..
Bir kadının kahkahası kadar içki kokar İstanbul.
Ağlar İstanbul boş şeylere.
Bir kadının kolay sarhoş oluşu gibi sarhoş olur İstanbul. Makyajı bozulacakmış , çirkin olacakmış aldırmaz sarhoşken.
Ağlarken güler kadın.
Gülerken ağlar İstanbul.
Rimeliyle yıkar yüzünü, aldırmaz kadın, aldırmaz İstanbul.
Bir kadın gibi sürekli kilo alıp verir İstanbul. Morali bozulur, suratını asar İstanbul. Kim bilir belki yine ağlar, yine ağlar İstanbul.
Zaman olgunlaştırır kadını. Her acı biraz daha güç verir kadına.. Gözyaşlarıyla beslenir kadın. Kendine sarılır en sonunda, kendine sarılır İstanbul.
Yaşlanır kadın, yaşlandıkça ayrı bir güzelleşir, ayrı bir ağırlık gelir kadına. Yıllar yormuştur kadını, yormuştur İstanbul'u. Ama kadın ayaktadır, bir şeylere yine göğüs gerebileceğini düşünür, yıllarca akıttığı gözyaşlarının en azından tebessüm olarak geri döneceğine inanır. İnandığı gün ölür kadın.
Kadın ölür lakin ölmez İstanbul.
Bir başka kadında devam ettirir gözyaşını.. Bir başka kadında sarhoş olur, bir başka kadında bulur hayatın başka başka hallerini..
Bir kadındır İstanbul.
Gözyaşıyla yıkanmış, kendine sarılmış.. Kaygısını, kederini, mutsuzluğunu, olumsuzluğunu şık kahkasının arkasına saklamış kadın, saklamış İstanbul.
Yılların acıyla getirdiği kırışıklıkları fondöteniyle kapatmış, belki biraz kilo almış, saçına en parlağından tokasını iliştirip en sevdiği ayakkabılarıyla atmış kendini sokağa kadın, atmış kendini sokağa İstanbul. Şimdi hangi kadehin dibinde arıyordur kendini kadın ? Bulamıyordur kendini İstanbul..

Kadının bir sokağı aşk, bir caddesi hüzün..

İstanbulun her sokağı aşk, her caddesi hüzün, her köşesi kadın..



Lavinia*