30 Aralık 2009

Kıskanmak*

Her insanda olan duygu.
Kıskanç değilim diyen yalancıdır.
Kıskanmayan insan yoktur. Ben bunu bilir bunu söylerim.
Kıskanmak iyi güzel hoşta, çok kıskanmak bünyeye zarar..
Benim bünyem hastaysa zaten bu yüzdendir. Beni çökerten bi'şey varsa ne aşktır, ne arkadaş kazığı, ne kavga, ne aile sorunları..
Kıskançlık. Dışa vuramadığım, kendi içimde kendimi bitirdiğim ve ben de nefret ettiğim tek nokta.
Defol kıskançlık.
Defol lan.

Lavinia*

29 Aralık 2009

İsyan Mektubu

Babaanne'm

Gittiğinden beri hiç bir şey yolunda gitmiyor. Kısır bir döngüdeyim sanki yaşadığım her acıyı her gün biraz daha ağır yaşıyorum. Yokluğun bana ölümü bile düşündürecek kadar etkili.. Bunu zaman geçtikçe daha yoğun yaşıyorum. Yaşadıkça yaşamaktan soğuyorum. Bunu sen bilemezsin. Benim yerimde değilsin çünkü. Aslında kızgınım sana. Çektin gittin. Aniden. En zor zamanımda kalktın gittin. Yok diyordum, mezun olacağım sene, şu kritik sene de heralde bir nebze olsun fazla huzurla yaşarım. Ne bir nebzeymiş arkadaş.. Bana yapılabilecek en büyü kötülüğü sen yaptın. Neden yaptın ? Ben gittiğine bile ağlayamadım daha ! Daha üzülemedim ben.. Yaşayamadım acımı, dökemedim içimi. Gidemiyorum mezarına, sarılamıyorum mezar taşına şöyle ıslatamıyorum toprağını gözyaşlarımla.. Neden ? Neden ağlayamıyorum, neden her geçen gün biraz daha birikiyor içimde umutsuzluk.. Evet umutsuzluk. Yaşasaydın eminim çok kızardın. Böyle olumsuz düşünmeme, umutsuzluğuma, mutsuzluğuma, artık kahkahamın sahte oluşuna eminim çok kızardın. Ama bir yandanda sevinmelisin babaanne.. Torunun yaşarak öğrendi şu kısacık 5 ayda kimseye güvenmemesi gerektiğini, kimseye inanmaması gerektiğini, yanlışsa bile kendi yolundan gitmesi gerektiğini.. Çok iyi öğrendi. Ve bir şeyi daha farketti torunun. Zaten sadece sana güveniyormuşum ben. Ne annem ne babam.. Benim için yerin o kadar büyükmüş ki yokluğunu dolduramadım onlarla. Yapamadım babaanne. Yerini kimse dolduramadı. Olmadı. Zaman geçtikçe daha da açılıyor yaram, insanlar ayrı bir tuz basıyorlar yarama. Ağlayamıyorum ya buram buram dökülüyor içimden senli nağmeler. Buram buram sen kokuyor her yer. Bir ben alıyorum o kokuyu, bir ben görüyorum seni her kül tablasında.. Her çakmak sesinde biraz daha sen oluyorum, biraz daha karışıyorum sensizliğe. Katlanılmaz bir hal alıyor, alıyor da n'oluyor ? Hayat yine devam ediyor. Ben yine acıkıyorum, yine uykum geliyor, sıkılıyorum yine, yine gülüyoruz onla-bunla, yine bir şeyler izliyor-bir şeyler okuyorum.. Yine çok mesajlaşıyorum, yine yağmur altında yürüyorum hemen hasta oluyorum.. Her şey aynı gibi duruyor evet. Ama hiç bir şey aynı değil. Bunu farkeden bir benim. Bu ne kadar acı. Bilinmiyor. Hissedilmiyor. Emel diyorlar ne çabuk atlattı. Hep Emel adına konuşuyorlar babaanne. Kural mı kanun mu belli değil. Hep Emel adına kararlar veriliyor. Emel karşı çıksa da pek dinlenmiyor. Alışacaksın diyorlar bir de içli içli. Kendi acılarından bahsediyorlar, kendi çektiklerini anlatıyorlar.. Çok ihtiyacım varmış gibi. Ders çıkarmam gerekiyormuş gibi.. O kadar komik ki.. O kadar boş geliyor ki milletin bana anlattığı dert(!)ler. Kimse ailesine bakmak zorunda değil. Kimse hafta sonu ne yapsak sorusunu bırakıp su faturasını nasıl ödeyeceğini düşünmüyor. Evet çevremdeki herkesin annesi-babası gayet sağlıklı. Ben şükretmiyor muyum babaanne ? Ediyorum. Belki bunları buraya yazıyorum diye bana kızıyorsundur. Kız. Ben de sana kızıyorum. Karşılıklı her şey ya bu dünyada, bak onu da öğrendim-uyguluyorum. Kız. Şimdi istediğin kadar kız bana. Nefret et benden şimdi. İstediğini yap babaanne olur mu ! Yap ! Neden gittin ? Neden !? Bu soru beni ömrüm boyunca kemirecek, bırakmayacak peşimi. Hep bir tarafım yarım kalacak. Büyüyeceğim.. Hayatıma bir sürü insan girecek kimi arkadaş, kimi sevgili, kimi düşman.. Bir işim olacak belki evleneceğim çocuğum olacak.. Yeni bir ailem olacak, belki başka başka yerlere gideceğim.. Annem ölecek, babam ölecek.. Eşim ölecek.. En yakın arkadaşlarım ölecek.. Tek bir şey biliyorum ben ölene kadar bundan büyük acı yaşayamam. Bu kadar da büyük konuşuyorum babaanne. Sen bunu da sevmezdin ya hani. Büyük konuşma derdin ya.. Artık konuşuyorum. Hadi kız bana. Ben ölene kadar yaşayabileceğim en büyük acıyı yaşadım ! Yaşıyorum. Ben ölene kadar o eksiklik benimle gelecek. Ne kadar insan girerse girsin hayatıma, senin boşluğun asla dolmayacak. Fotoğraflarda arayacağım seni, yastıklarda, hırkalarda, battaniyende arayacağım. Arayacağımda bulamayacağım. Şimdi kokun var belki bu yüzden rahatım. Bir kaç ay sonra -belki o kadar bile sürmez- kokun da uçacak gidecek. O zaman beni kim avutacak ? Annem mi ? Babam mı ? Fotoğrafın mı ? Çok hata yaptım sen gittiğinden beri. Bir türlü çizemedim yolumu, bir türlü yürüyemedim, ilerleyemedim. Bulamadım yörüngemi. Yapamadım. Beceremedim. Ağlayamadım bile.. Onu bile yapamadım. 2 damla gözyaşını akıtamadım kucağıma.. İşte ben o derece ortada kaldım, işte ben ağlayamacak kadar aciz olduğumu anladım. Ben sırf senmişim de farketmemişim. Gittin de n'ooldu ? Ben mi kaldım geriye. Bu beden mi temsil ediyor beni ? Bu sadece göz dolduruş. Bu sadece görüntü. Sadece somutluk bu ! Sen gittin ya.. Şimdi tek mutlu ben olsam da boş.

Torunun, Emel.

25 Aralık 2009

Feministliğin damarı.

Kadın çabalar.
Kadın koşar.
Kadın yalvarır.
Erkekse olağanca sertliğiyle durur karşısında.
Şiddet gösterir.
Kadın ağlar.
Erkek hakaret eder.
Kadın üzülür.
Erkek durmaz.
Devam eder.
Bilmez.
Erkeğin bilmediği bir şey daha vardır.
Yaptığı her hata kadının defterine bir çeltikdir.
Kadın her kırıldığında hayali defterine bir not daha düşer.
Her üzüntüde o deftere yeni satırlar eklenir.
Örneğin bir kaç kız toplandığında, defter açılır.
Kısmen.
Çünkü esas notlar her zaman en sona saklanır.
Satırlar süzülür gözyaşları eşliğine.
Nefretler dile gelir.
Boş telkinler eşliğinde.
Sonuçta dönülen nokta yine aynı olur.
O adamdır.
Kadın üzüleceğini bile bile gider o adama.
Başına gelecekleri bile bile tutar elini.
Kırılacağını bile bile sarılır boynuna.
Öper uzun uzun.
Erkek, kendisine verilen gizli bir şansı yine hiçe sayar.
Boş tartışmalarla heba olur geçen zaman.
Kadın yine üzülür.
Yine ağlar.
Ve erkek gider en sonunda.
Kaçar.
Attığı her adımda hüzün vardır artık.
Zamanla azalsa da içinde kalır hep bir şeyler.
Kaçıp giden erkeklerin geri dönmesi sıkça görülen bir durumdur.
Çünkü erkeklerin hayatı hep bir arayış içindedir.
Tutunacak bir dal aramakla geçer hayatları.
Tüm kapılar kendisine kapandığında eskiler dönüş yapar.
Erkekler birer çocuktur.
En sert, en ciddi duruşun altında bile zayıf bir ruh vardır.
Çok çabuk incinir o.
Belli edilmemesi için şiddete başvurulur.
Sürekli istekler, sürekli engellemeler hep bundandır.
Erkekler sanıldığı kadar güçlü değildir.
Kadın üzüldüğünde kolay kolay silemez yaşananları.
Kadınların en sık başvurduğu beyaz yalandır bu.
Unuttum, boşver vs..
Her ayrıntı bir nottur kadının gizli defterinde.
Her notun bir çıkış zamanı vardır.
İlişkilerde iktidar her zaman kadının elindedir.
Kadın bir süreliğine erkeğe devreder ünvanını.
Erkeğin üstün görünmesi hoşuna gider.
Çocukluğundan beri liderlik kompleksleriyle büyüyen erkek bu ’’geçici’’ ünvanı sürekli sanır.
Erkeğin her hatası kadının içinde saklanır.
Aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkmak üzere depolanır beyninde.
Kadın sadece uygun zamanı bekler.
Ölümcül darbe hazırdır.
Hiç beklenmedik bir anda notlar çıkartılır ortaya.
Hatalar bir bir sıralanır.
Defter açılmıştır.
Erkeğin bir zamanlar basit gördüğü şeyler şimdi kabusu olmak üzeredir.
Kırılan kalp tekrar onarılamaz.
Kadının iktidar zamanı gelir.
Erkek gerçekle yüzleşir.

Her kadın biraz zalimdir aslında.
Sadece bunu her zaman belli etmezler..

20 Aralık 2009

"a"dını "s"en "k"oy

Ama ben senin gözlerine bir kez baktım, kokunu bir kez içime çektim,
ellerine dokundum nasılsa...
Artık gittiğim her yer, gördüğüm her şey, söyleyeceğim her kelime senindir...

-Adını Sen Koy-

Sol anahtarıyla evlilik.

Müzikten ibaret olmak istedim hep. Mesela Beethoven'ın notalarının arasına karışmak güzel olurdu.. Ya da 9. senfonisini yarım bıraktığında onu tamamlayan kadının tercih ettiği notalar olmak. Kemanı ağlatan adamın ilk bestesinin sol anahtarının arkasında yaşasam bu kadar sıkıntı çekmezdim belkide.. Basit şeylerle mutlu olmayı ben seçmedim. Benim tercihim değildi. Kimse bana sormadı. Kimse bana doğarken de sormamıştı zaten. Alışığım. Sizde alışıksınızdır. Siz de alışıksınız öyle değil mi sayın blog ?
Konu kaydı.
Ne diyorduk ?
Ha evet.. Müzik.
Bir şarkı olsaydım da dilden dola dolaşsaydım. Oy zalım derdo dolaşsaydım da zamanla unutulmaya yüz tutsaydım. Mesela bir rock konserinde dinleyicilerin en sevdiği şarkı olsaydım. Grupta inadına o şarkıyı en son çalsaydı. Herkes biriken coşkusunu en son salıverseydi benimle. Konser bittiğinde alanı terkederken bile dillere takılan ben olsaydım.
Ya da usta bir sanatçının her kesime hoş gelen bir şarkısı olsaydım. Orta yaşta bir hanım evini temizlerken söyleseydi beni.. O hanım şarkısını söylerken biricik kızı duysa beni de diline takılsam. Bütün gün o da beni söylese. Unutulmasam hiç. 80 yaşındaki nine sıfatlı hatunda bilse beni ezbere 17 yaşındaki torunuda..
Güzel olmazmıydı ?
Ya da arabesk bir şarkı olsam en damarından. İnşaattaki işçilerden en sıkıntıda olanı söylese beni içli içli.. Meyhanelerde çalsam her dertli ezbere bilse beni.. Hafif rakı-meze koksam.
Bir okul korosunun söylediği en güzel türkü olsam. Herkes bilse hep bir ağızdan söylensem istekli istekli..
Ustanın ağzından çıkmaya da varım, dertlinin kalbinden çıkmaya da.. Amatörün kaleminden çıkmaya da varım, gitarın tellerinden kulaklara uçmaya da..
Gel gör ki istemem beni 2 günde şöhret olmuş göt-göbek-bacak açıpta kazanan hatun söylesin. İstemem beni eli-yüzü düzgün diye ününe ün katan değersiz bir adam söylesin.
İstemem pop müzik konserlerinde çalsınlar beni, söylesinler. İstemem detone söylenmeyi. Notam değiştirilsin istemem.
Şarkıdan ibaret olsaydım keşke.
Tek derdim bu olsaydı.
Yorulunca kenara çekilsem, sayfalarımı sarartsam nice söyleyenin sesiyle..
Naftalin koksam buram buram..
Ve gün gelse evini temizlerken beni söyleyen kadının kızının torunları öğrense beni.. Yine aynı coşkuyla tekrar dillere düşsem..

Lavinia*

Seçilen bir yalnızlıktır inziva

İnzivaya çekilmek pek depresifçe karşılanır.
Depresyona giren, bunalım takılan inzivaya çekilir.
Bu böyle bilir, bu güne kadar da böyle gelmiştir.
Belki de her insan depresyona girdiği için inzivaya çekilmez. Belki derdi sadece yalnız kalmaktır.. Belki de kitaplarına, şarkılarına ya da beslediği köpeğine-kedisine-kuşuna zaman ayırmak ister. Belki de sadece kendiyle vakit geçirmek ister. Olamaz mı ? Tabii ki olur. Bütün gün yatağından çıkmaz, en sevdiği dergileri yığar kucağına ve sınırsız cips-kola ikilisiyle gece yarısına kadar yatar. Gece yarısı kalkar bir korku-gerilim filmi seçer hafif tırsarak izler. Ya da bir aşk hikayeside olabilir tabii. Ağlar da ağlar.
İnziva dediğin çeşitlidir. Depresyonlusu da vardır, hafif tuzlusu da.. Yazında olur, kışında.. Eğlencelide olur, gözyaşıyla sulanmışıda..
İnziva dediğin kişiden kişiye değişir.
O kadar inziva dedim, yalnızlık dedim, köşeye çekilme dedim..
Neden dedim ?
Evet, ben de inzivaya çekildim.
Bu benim için süpersonik bir olay. Çünkü inzivaya çekilmek benim için pek lüks.
Bu lüksü bu yaz gerçekleştirmeye karar verdim.
Tabii inziva dediğim de öyle kendimi dine adayıp, dış dünyayla bağlantımı kestiğim bi'şey olmayacak. Çöşingo.
Benim inziva dediğim sanal alemden (msn,facebook,myspace) biraz olsun uzaklaşmak. Televizyonu zaten izlemezdim. Disko Kralı ve BKM dışında tabii ki ^^ Onları bırakamam. Hele Disko'mu hiç. Mesela günde 40 sayfa okuyorsam, 50 sayfa okurum. 30 şarkı dinliyorsam 40 şarkı dinlerim. 5 kere aynaya bakıyorsam 10 kere bakarım falan. Maksat kendime daha çok zaman ayırmak. Kendimi daha fazla dinlemek. Daha bir önem vermek. Bu süreçte hayatımdaki insanları gözden geçirmem gerektiğine karar verdim. Fazlalık sıfatını yakıştırdığım yalancı, düzenbaz, olumsuz ve bana hiç birşey katmayacak insanları düşünmeden gönderiyorum. Hayatıma farklı renkler katmak adına.. Eminim ki 1 kişi bile gitse 1000 renk gelir konar gölgeme. Dershanenin dayadığı 2 adet kapı gibi test kitabım var. Onları hayatta dışlayamam zaten ^^ Onlar bitince ufak ufak eksik olduğum konuları tekrarlarım. Gevşek gevşek.. Duman'ımı da unutmam tabii. O da kıvrılır yatağımın ucuna silgimi koklar falan..
Yaa işte benim inzivamda böyle. Asosyallik bana göre değil. Bunu da bir kere daha anlamış oldum.
İnziva sürecinde senide yalnız bırakmam blog bunuda bilesin ^^ Uzun bir aradan sonra tekrar yazmak o kadar güzel ki. İnzivada yazmayı da unutmamak gerek bence. Çünkü yazmak insanın kendini gösterebildiği güzel şeylerden biri ^^
Yalnızlık iyi midir kötü müdür bilmiyorum.
Ama bu sefer yalnızlığı ben seçiyorum.

Lavinia*

Boş

Belki herşeyi hayatından çıkartabilirsin.
Aileni bile çıkartabilirsin.
İstediğine anında tekmeyi basabilirsin.
Lakin gel gör ki aşk hayattan çıkmıyor.
Çıkmak bilmiyor.
Her yangınından sonra küllerinden doğmaya çalışırken söylemişsindir, yeminler etmişsindir. Aşk artık yok hayatımda demişsindir.
Bende demişimdir.
Yeminler, tövbeler etmişimdir.
Lakin 1 saniyen diğer saniyeni tutmuyorken böyle yersiz yeminler etmek ne kadar doğru ?
Ki hayatından aşkı çıkartabilen azdır herhalde.. Var mıdır ya da ? Bilemem.
Tek bildiğim Davos'a meydan okurcasına aşk benim için bitmiştir diyenlerin ertesi günü aşık oldukları.. Buna bende dahilim. Böyle kör pis bi'şey işte aşk.
Pis ve güzel.
Kör ve mutluluk dolu.


Lavinia*

Bir torunun hırka sendromu

Dolabına yaklaştım bugün. Kapağını araladım. Tanıdık bi' koku geldi burnuma.
Aldırmamaya çalıştım.
Çalıştıkça zorlandım.
En çok giydiğin hırkanı aldım.
Derin derin içime çektim hala hırkanın üzerinde olan kokunu.
Biraz sen, biraz sigara..
Alıştığım o güven veren koku.
Sarıldım hırkana.
Sımsıkı.
Bırakmayacakmışçasına.
Sarıldım.
Koku üzerime sinsin istedim.
Benim kokum olsun istedim.
Madem yoksun, artık bende yaşa istedim.
Beceremedim.
İçimin cız etmesine engel olamadım.
Burnumun direğinin sızlamasına engel olamadım.
Gözyaşlarım mı ?
Onlar beni ne zaman dinlediler ki ?
Katladım en sevdiğin hırkanı, yerine koydum.
Şöyle bi' baktım eşyalarına..
En çok giydiğin pantolonuna, kazaklarına, şallarına, paltona, montlarına, çantalarına..
Hepsinde vardın.
Hepsinde bakışın, hepsinde gülüşün, hepsinde gözyaşın, hepsinde derdin, hepsinde kokun..
Eşyalarını dağıtmam gerekicekmiş.
Onları veremem.
En eskisini bile elletemem kimseye.
Onlar giderse, zaten gitmiş olan sen, biraz daha kaybolursun bende..
Geçici kokun da gider beraber..
İsterim ki ben yanına gelene kadar bende kalsın herşeyin. Çok giydiğin pantolonunda kalsın, belkide 1 kere kullandığın çantan da.. Hepsi kalsın bende.
Hepsinde varsın.
En çokta bende varsın.
Ama ben hissetmedikçe neye yarar ?
Sen kokan şeyler çok değerli bende.
Lakin kokunun sahibi yoksa onlarda bi' yere kadar..

Torunun, Emel.

Bir buket dert

91 yılının 31 ocağına dönmek için herşeyimi verebilirim.
Tartışmasız herşeyimi .
Geçen seneler o kadar sorunlu, o kadar değişik, o kadar doluydu ki bu beni yordu. Bugün zorluk çekiyorsam yaşadığım içindir. Bunu da temmuz ayının 19'unda anladım. O tarifi zor, edecek küfür bile bulamadığım lanet günde.. Hayat kolaydı çünkü 19 temmuzdan önce. 18 temmuzda bile kolaydı. 18 temmuzda bile güzeldi hayat. 1 güncük fark ettirebilicekmiydi koskocaya hayata ? Ettirebiliyormuş işte.
Oluyormuş.
İmkansız diye bir şey hakikaten yokmuş.
Reset hakkımızın olmasını isterdim.
Eminim bunu herkes isterdi.
Ve eminim bu herkesi mutlu ederdi.
Herkesi mutlu edebilicek birşey neden olsun ki zaten ?
İnsan zorlanmıyorsa, acı çekmiyorsa, ağlamıyorsa, göğüs germiyor-savaş vermiyorsa ve inadına gülmüyorsa neden yaşasın ki ?
Birşey mutlu edecekse 1 kişiyi mutlu etmeli ki bir özelliği olsun.. Hem o kişi için, hem o birşey için.
Reset tuşum olmasa bile karşıma Alaaddin'in cini çıkabilir mesela.
Bu da bir bakış açısı. Bu da bir istek.
3 dilek hakkı sunsa ilk hakkımı babannemin geri dönmesi için, ikinci hakkımı çocukluğuma dönmek için kullanırdım. Son hakkımda da 10 hak daha ister bozdurur bozdurur harcardım herhalde. (:
Hayal etmek güzel
Hele o hayal gerçekleşmiyorsa tadından yenmez.


Lavinia*

Üzüldüğünü belli etme

Sinirden kendi kendinizi yesenizde, bazı insanlara kızamadığınızı görürsünüz. Kızamazsınız. Deli etsede deliremezsiniz. Siz o kişiyi bir başkasının fırtınasından yara alıp hayatın bir dalına tutunmuş savrulurken bulursunuz. Elinizi uzatır, onu kurtarırsınız. Çünkü o kişi sizin için nefestir, sudur.

Bilirsiniz.
Nefes almadan yaşamanız olanaksızdır.

Hayatınızın hemen hemen her döneminde karşınıza çıkar böyle insanlar. Onlar sizin parazit yaşamınızdır ve siz bu konuda hep körsünüzdür, hep sağırsınızdır. O insan -ki o sizin nefesiniz- hayatınıza nasıl girdiği belli olmaz. Farketmezsiniz varlığını önce. Hayatınızı nasıl allak bullak edeceğini bilemezsiniz. Henüz nefesiniz olmamıştır. Yavaş yavaş girer kanınıza. Yavaş yavaş damarlarınızda dolaşır benliği. Bir bakarsınız o artık o değil.. Daha doğrusu tam anlamıyla o değil. Size karışmış bir "o". Bu kısa bir dönemdir. Size karışan karışmıştır. Artık siz, siz değilsinizdir. O, artık nefesinizdir.

Bilirsiniz.
Nefes almadan yaşamanız olanaksızdır.

Siz, onun bir gülümseyişiyle hayat bulurken o farklı işler peşindedir her zaman. Bu hep böyle süregelmiştir nesiller boyu.. Acı çekersiniz. Bir daha mutlu olamayacak gibi olursunuz. Hayatınıza nasıl bir anda girmişlerse, öylede çıkar bu insanlar. Adına çiçeklerden taç yaptığınız "o" artık yoktur. Siz istediğiniz kadar savunun kendinizi, istediğiniz kadar yorun mekanizmanızı, ağlatın organizmanızı.. Fayda etmeyecektir. Nefes alamayacak gibi olursunuz. Çünkü gitmiştir.

Bilirsiniz.
Nefes almadan yaşamanız olanaksızdır.

Sizin üzüntünüzün hiç bir anlamı yoktur o insanlar için. Duygularınızın ve düşüncelerinizin de.. O'nun yaşadığı şey belki de sadece "şey"dir. Bilemezsiniz. Kafanızın içinde bin tane soru işaretiyle hayatın bir dalına tutunmaya çalışırsınız ve sizi, nefesi olduğunuz -muhtemelen duygularının ve düşüncelerinin size bir şey ifade etmediği ve yokluğunuzda nefes alamayacak gibi olan- biri kurtarır. Siz o birine teşekkür eder, belki en fazla yanağına bir buse kondurur, dizlerinizdeki tozu temizleyip saçınızı düzelttikten sonra dönüp gidersiniz. Şimdi nasıl yaşayacağınızı düşünürsünüz. Lakin giden gitmiştir ve muhtemelen şimdi başka dallardan aşk topluyordur. Yorgunsunuzdur. Yatağınıza uzanır, yorganınızı üstünüze çekersiniz. Temmuz ayında bile olsanız, hava soğuk gelir. Nefes alamayacak gibi olursunuz.

Bilirsiniz.
Nefes alm..
Neyse..

Lavinia*

Her konumun teması sen

Sen'i hatırlamak ne güzel şey..
Zamansız aklıma gelmen.. En zor, en sıkıntılı anımda karşıma çıkıvermen. Kollarını açıp sıkı sıkı sarman, ellerini saçlarımda gezintiye çıkarman, sol şakağımdan öpüp kokumu derin derin içine çekmen.. Ne güzel şey..
.. ve bunların hepsinin birer hayal olması, aslında sen diye bir şeyin olmayışı ne kadar acı, ne kadar acı..

Sen, hatırlamak istediğim hayalimdin hep.. Hep paranoya yaşattın bana. Olsun..
Paranoyam bile sen'li olsun.

Lavinia*

Sen

Sen benimdin, rüyanın görkemiyle doldum. Ben rüyada sultandım, uyanınca hiç oldum.


W.Shakespeare

Kokun saçlarımı taramış gibi

Sen bende

Kış günü sarıldığım battaniye gibi,
Sıcacık çayım gibi,
Ağladığım film gibi,
Güldüğüm şaka gibi,
Aile gibi,
Baba gibi,
Dost gibi,
Kardeş gibi,
Kucağında uyuduğum sevgili gibi,
Aşk gibi,
Sevgi gibi,
Tebessüm gibi,
Sarılmak gibi..

Sen bende, benden fazlaymışsın gibi..

Kokun saçlarımı taradığından beri, benden mutlusu yok gibi.. (:

Lavinia*

İstemek-sahip olamamak-öylece ölmek

İşte yaşadığın o garip silsile bu temellere kuruldu.
Sen ölene kadar sadece istersin.
O istediğin uğruna diller döker, ağlarsın, kendini paralarsın.. O'nun için yaşarsın, O'nun için alırsın nefesini.. Anlamlı kılan O'dur çünkü..
Hevesini kırmak gibi olmasın ama bil..

Bir başkası da O'nun nefesi.


Lavinia*

Dileyebilirsin.

Herkes zorluk çeker yaşarken.
Yaşamak başlı başına bir zorluktur zaten.
Zordur.
Beceremeyenler ölmeyi diler.
Dileyebilirler de zaten.. En doğal haklarıdır. Kimi mutluluk diler, kimi aşk, kimi para, kimi başarı, kimi sağlık.. Kimi de ölümü diler.
Artık yaşamaktan tat alamayacaklarını düşünürler, zor gelir bi' şeylerle savaşmak, birazcık tersine gitti mi olaylar hemen yön değiştirirler -ki o yön ölüme doğrudur-
Mutlu olamayacaklarını sanırlar, hayatın bütün zorluklarıyla cenk ettiklerini, hayatın bütün tokatlarını yediklerini sanırlar belli bi' yaşa geldiklerinde. Halbuki görmedikleri, bilmedikleri o kadar çok acı vardır ki.. Onlar -ki onlar güçsüzdürler- kendilerini dünyanın en dertli, en artık ölmesi gereken insanı olarak görürler.
Ölümü seçmek güçsüzlüğün simgesidir.
Ölümü dilemek güçsüzlüktür.
Kırılganlıktır, kendine güvenmemektir, toplum içinde söyleyecek sözünün olmamasıdır, apışıp kalmaktır ölümü dilemek.
Ölümü dilemek cahil olmaktır.
Ölümü dilemek 7 kat yerine dibine 2 türlü sokmaktır.


Lavinia*

İstanbul

İstanbul.
Bir kadın kadar kırılgan. Sırf gözyaşından doğmuş İstanbul. Ağlamak alışkanlığı değil, kaderi.
Bir kadın kadar aşk dolu İstanbul. Bir kadın kadar sevgi dolu..
Bir kadın kadar sadıktır İstanbul. Bir kadın kadar dost.
Kimi zaman bir kadın kadar düşmandır İstanbul. Bir kadın kadar kavgacı, bir kadının çığlığı kadar yırtıcı..
Bir kadının kahkahası kadar içki kokar İstanbul.
Ağlar İstanbul boş şeylere.
Bir kadının kolay sarhoş oluşu gibi sarhoş olur İstanbul. Makyajı bozulacakmış , çirkin olacakmış aldırmaz sarhoşken.
Ağlarken güler kadın.
Gülerken ağlar İstanbul.
Rimeliyle yıkar yüzünü, aldırmaz kadın, aldırmaz İstanbul.
Bir kadın gibi sürekli kilo alıp verir İstanbul. Morali bozulur, suratını asar İstanbul. Kim bilir belki yine ağlar, yine ağlar İstanbul.
Zaman olgunlaştırır kadını. Her acı biraz daha güç verir kadına.. Gözyaşlarıyla beslenir kadın. Kendine sarılır en sonunda, kendine sarılır İstanbul.
Yaşlanır kadın, yaşlandıkça ayrı bir güzelleşir, ayrı bir ağırlık gelir kadına. Yıllar yormuştur kadını, yormuştur İstanbul'u. Ama kadın ayaktadır, bir şeylere yine göğüs gerebileceğini düşünür, yıllarca akıttığı gözyaşlarının en azından tebessüm olarak geri döneceğine inanır. İnandığı gün ölür kadın.
Kadın ölür lakin ölmez İstanbul.
Bir başka kadında devam ettirir gözyaşını.. Bir başka kadında sarhoş olur, bir başka kadında bulur hayatın başka başka hallerini..
Bir kadındır İstanbul.
Gözyaşıyla yıkanmış, kendine sarılmış.. Kaygısını, kederini, mutsuzluğunu, olumsuzluğunu şık kahkasının arkasına saklamış kadın, saklamış İstanbul.
Yılların acıyla getirdiği kırışıklıkları fondöteniyle kapatmış, belki biraz kilo almış, saçına en parlağından tokasını iliştirip en sevdiği ayakkabılarıyla atmış kendini sokağa kadın, atmış kendini sokağa İstanbul. Şimdi hangi kadehin dibinde arıyordur kendini kadın ? Bulamıyordur kendini İstanbul..

Kadının bir sokağı aşk, bir caddesi hüzün..

İstanbulun her sokağı aşk, her caddesi hüzün, her köşesi kadın..



Lavinia*

Yeni.

Yeni bi' sayfa..
Yeni bi' düzen..
Yeni bi' bakış.. Belki aşk..
Biraz değişimin kimseye zararı olmaz (:


Lavinia